2012 Sagopa Kajmer Röportaj



Bugüne kadar tanıdığım dürüst ve samimi nadir insanlardan biri olarak beynimde yer alacak Sagopa… O kadar samimi ve açık sözlü ki, hiçbir soruya dolambaçlı cevaplar vermedi. Kendini hiçbir zaman gizlemedi. Genellikle söylemek istediğini her zaman açık bir dille yansıttı eserlerine… Hiç korkmadı…

Çok sık röportaj vermemesine rağmen bizlerin teklifini kırmadığı için teşekkür ediyorum.

Milyonların severek dinlediği, Rap müziğinin önemli ismi Yunus Özyavuz namı diğer Sagopa Kajmer’le Bostancı Gösteri Merkezi’ndeki konseri öncesinde kuliste söyleştik.

İlk gördüğümde ‘ne kadar doğal ve alçakgönüllü’ demekten kendimi alamadım. Sanırım hayranlarını da ona bağlayan büyük sır bu yönünde gizli…

Kendisine bu doğru duruşunu hayranlarına cömertlikle sunduğu, kendisi olduğu-olduğu gibi göründüğü için kutluyorum. Dileriz bu duruşunu asla kaybetmez.

Sorularımıza verdiği cevaplar da kendisi gibi çok harbi oldu. Cevapları duyarken bile, ‘helal olsun, işte böyle açık ve korkusuz olmalı insan’ dedim her seferinde…

Sizleri daha fazla heyecanlandırmak istemiyorum. Sago, Rap müziğinden özel hayatına, sanat hayatından hayata bakışına dair çok özel açıklamaları Hamit Eteevrans’la Yüz Yüze’ye anlattı.

H.E

İşte Yunus Özyavuz’un sorularımıza verdiği cevaplar:

H.E: Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz? Dünden bugüne kendinizi ve yaptığınız çalışmaları özetleyebilir misiniz?

SAGO: Yunus Özyavuz. Samsun’da doğdum, okudum, büyüdüm. İstanbul’da yüksek tahsil yaptım.1998’de Rap icrasına başladım. 2005’te kendi plak şirketimi kurdum. Bugüne dek 13 bandrollü albüm yaptım. Birçok Rap sanatçısının albümünde prodüksiyon yaptım. Hayatımı müzik üzerine kurdum öylece ilerliyorum.

H.E: Sagopa Kajmer’in manasını merak ediyoruz?

SAGO: Fars dili edebiyatı bölümünü okurken, bir makale okumuştum. Oradan etkileşimle ismi buldum. Ayrıca bir gün rüyamda da gördüm. Sabah uyandığımda o rüyamın etkisiyle müzik yapmaya başladım. Bir ilim adamı olan kajmerî ve araştırmaları ile başlayan bir olay… Sonradan Rap müzikte karşınıza çıkan birinin mahlası oldu işte…

H.E: Anladığımız kadarıyla ailece müziği çok seviyorsunuz. Babanızdan da ilham aldığınız söyleniyor. Eşiniz de sizin gibi bir Rap’çi… Neler söylemek istersiniz?

SAGO: Babam çok eski bir müzisyen, orkestralarda solistlik yapmış değerli, kıymetli biri… Ondan müzik adına çok şey öğrendim. Sonrasında kendimi geliştirdim, babam da benimle gurur duydu. Eşimin de benimle aynı müziği icra etmesi işimi kolaylaştırıyor. Sonuçta ikimiz de birbirimizin halinden anlıyoruz önemli olan bu.

H.E:‘Yoga yapacağınıza namaz kılın’ söyleminizi biraz açabilir misiniz?

SAGO:Cümlede aynen geçtiği gibi, her şey çok açık ve net. Bu kişisel bir görüşün önüne geçen bir şey.Bu aslında aklını iyi kullanan her Müslümanın düşünmesi gereken bir şey. Açıkçası bu bir manevi disiplin… Ben ‘Müslümanım’’ diyen insanların Budist rutinlerine, ritüellerine ortaklık etmelerine saygısızlık gözüyle bakarım. Yoga, Reiki gibi kavramlar kendilerine faydası olmayan Budistlerin hiçbir işe yaramayan rutinleridir. Müslümansa namazla sorumludur. En başta Müslüman olmanın temel direğidir.

Sadece rahatlamak isteyen için değil, dua etmek isteyen için, sığınacak bir kapı arayan için, yalnız kalan için, şükretmek isteyen için namaz vardır. Namaz gözümüzün nuru kılınmışken neden nursuzların gereksiz işlerini birer Müslüman olarak hayatımıza sokalım?

H.E: Siz Hz. Mevlana’nın sözünü yaşıyor gibisiniz… Olduğunuz gibisiniz ve dininizi de gizli yaşayanlardan değilsiniz? Niye Türkiye’de insanlar dinlerini gizli yaşamak zorunda kalıyor? Bunu neye bağlıyorsunuz?

SAGO: Evet din olgusu çok açığa vurulmadan yaşanır. Maneviyata gösteriş girdiğinde benciliyat olur. Dini öğeler kişinin kendisine zimmetlidir, Herkes üzerine yüklenmiş olan sorumlulukla ölene dek yaşar. En önemlisi ise beni yarattığına iman ettiğim olan rabbim Allah’a olan bağlılığımdır.

Hakikaten bu bağlılık her şeydir. O nedenle Hz İbrahim aleyhisselam kadar cesur olmalı. Ben eskide olduğu gibi kırılması gereken putlar görüyorum. İnsanlarsa onlara gafil gafil bakıyorlar. Oysaki ben cesur değilim, sadece iman etmiş ve herşeye rağmen göremedikleri dostlarının emanetlerine korumalık eden öylesine biriyim. Hz Mevlana (ks) yı herkes seviyor. Müslüman olanından olmayanına herkes…

Aslında herkes İslam’ı seviyor, Celaleddin canımız velimiz ise vesilesi oluyor. Sahibi olduğumuz bu toprakların aslında bizlere Müslüman dedelerimizden kaldığını, rahatımız ne durumda olursa olsun unutmamalıyız.

H.E: İnsanlardaki mutsuzluğu neye bağlıyorsunuz?

SAGO: Bazı şeylere gereğinden fazla önem vermek insanları mutsuz ediyor. Bazı önemsiz şeylerin baş üstünde tutulması da… İnsanların hayatında gereksiz fazlalıkların olması, fazla arkadaş, fazla dost; yığınla ihaneti, güven yıkımını beraberinde getiriyor.

Gerçekte parasızlık, kendini ifade edememe gibi asıl etkenler göz ardı edilemez. Bence maneviyatsızlık insanı etkiliyor. Maneviyata eğildiğiniz vakit zaten her şey dengeleniyor. Kilit noktası budur. belli bir disiplinin yoksa disiplinsiz bir yaşam içindesindir. Disiplin ve kuralsız yaşamak beraberinde yıkımları getirir.

H.E: TV dünyasından kimleri takip ediyorsunuz, kimleri beğeniyorsunuz?

SAGO: Beyazıt Öztürk, bütün yemek programları, Acun Ilıcalı’nın prodüksiyonlarının bir çoğu hoşuma gidiyor, çok fazla TV seyretmesem de bazen beğenerek izlediğim programlar oluyor. Edebiyata ve tasavvufa dair yakaladığım her programa göz atıyorum.

H.E: En çok insanlara neleri söylemekten hoşlanırsınız?

SAGO: Pek tabi iki doğru olan şeyleri. Onların hem yanlışlarını hem de doğrularını söylemeyi. Hoşlanacakları şeyleri söylemeyi, espri yapmayı…

H.E: Örnek aldığınız bir kişilik var mı?

SAGO: Efendimiz (S.a.v.)

H.E: Bugüne kadar birçok rap grubunu ve sanatçısını gördük ancak sizin yorumunuz ve şarkılarda verdiğiniz mesajlar diğerlerine göre ‘daha net’ mesajlar içeriyor. Nedir bu sözlerdeki gizem?

SAGO: Aslında olayın gizemi varsa da dilde, yazılan ve de söylenen de… Müzik aynı olsa da şiirler farklı… Bazısı şairden bazısı zelilden… Kimi hakikatten kimi cehaletten…

H.E: Bir gün Türkiye’nin tanıdığı ve herkesin severek dinleyeceği bir sanatçı olacağınız aklınıza gelir miydi?

1998 yılından bu yana internette çok farklı bir fenomen oldunuz… Adımları emin adımlarla attınız ve yükselişinizde yine çok yerinde oldu. Bunu neye bağlıyorsunuz?

SAGO: Benim acelem yok, disiplinimle ilerliyorum. Tanınmak mühim değil. iyi tanınmak mühim… İnsanlara birisini zorla sevdiremezsiniz, severlerse kendilerinden bir şeyler buldukları içindir.

H.E:Gündemde olmayı sevmiyorsunuz anlaşılan ve genellikle çok nadir görüyoruz sizleri ekranlarda… Nedir bu sessizlik? Hayranlarınızı özletmeyi mi seviyorsunuz yoksa çok fazla gündemde mi olmak istemiyorsunuz?

SAGO: TV programları bazı şeylerin üstüne gider. Ben de bazı şeylerin üstünde durmayı sevmem…

H.E: Müziklerinizi dinleyen biri kendini nerede görmeli ve nasıl bakmalı sizin dünyanıza?

SAGO: Dinleyen kişi ne dinlediğini bilmeli bence… Çünkü ben ne söylediğimi biliyorum.

H.E: Sizi dinleyen ve seven gençlerde gördüğünüz size üzen bir nokta var mı?

SAGO: Bazısı alkol alarak beni dinlemeye geliyor ona üzülüyorum.

H.E: Rap nedir? Ve bu müzik türünde insanlara neler verilmeli? Türkiye’de rap müziğinin geldiği durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

SAGO: Rap, ritmik Amerikan şiiridir. Gitar vardır ama gitarı çalmak için alan Türkü de çalabilir, klasik bir eser de, rock da, marş da… Mühim olan nasıl kullandığınız… Bizdeki Rap bir garip… Çok fazla ego var çok fazla gençlik kokuyor. Belli bir olgunluk göremiyorum. Herkes kafiye olsun diye yazıyor. Yazdıklarını irdelemiyorlar. Müziklere bakıyorum sürekli moda takip ediliyor. Hâlbuki burası Türkiye, burda moda bir yere kadar… Yani kendimizden kattıklarımız az… Şimdi Rapçiler bana kızmasınlar! Ama durum bana göre bu.

H.E: Duman Grubu’nun ‘Lem yelid ve löp yutar’ tarzında Allah’ın ayetleriyle dalga konusu gündeme gelmişti ve sizin de buna karşılık bir şarkıyla cevap verdiğiniz söylenmişti? Bu tür dini ve manevi duygulara yapılan yorumları nasıl değerlendiriyorsunuz. Yapılanı nasıl tanımlıyorsunuz?

SAGO: Allah’ını bilmeyen kendini bilir mi? İşte kendini bilmezlikler ortada… Şeytan kimisinin 2 kulağını da sertçe çekerek müzik yaptırıyor. Allah hiçbir insanı ayetle dalga geçen konuma düşürmesin.

H.E: Yeni bir projeniz veya hayranlarınıza duyurmak istediğiniz bir müjde var mı?

SAGO: Yeni albüm kayıtlarına başlıyorum. Güzel bir albüm geliyor.

H.E: Teşekkür ederiz…

SAGO: Ben teşekkür ederim….

Gençler Arabesk Rap'te Bulmaya Çalıştıklarını Biraz Benim
Sözlerimde Bulsalardı Şimdi İsyankar Gençlik Diye Bir Şey Yoktu !

Sagopa Kajmer. ♥



Sagopa Kajmer'in Askerden Yolladığı Mektup

Askerliğin ilk safhası nihayet bitti.12 ağustos da teslim olduğum birliğimde tam 18 gün yorucu bir acemilik evresi geçirdim.Adının acemilik olması gerçekten tam isabet olmuş çünkü orada bulunduğum vakit kendimi gerçekten bir acemi gibi hissetttim....

Bahsedilen şeylerin hiçbiri hakkında fikriniz olmuyor.Normalde bir yerde sira,kuyruk felan varsa birçoğunuz çeker gider beklemez bile.
Fakat askersen beklersin.hem de 700 kisilik bir sırada bile beklersin. İlk başta teslim oldum,daha sonra bavullarımızı bir odaya bıraktık,daha sonra uzunca bir kuyruğa soktular ve bekledik.
Kimse bu kuyruğun ne için olduğunu bile bilmeden bekliyordu.sıra bana geldiğinde anladım ki,bir berber kuyruğuymuş.
Önceki gün kestirdiğim saçlarımı birkez de onlar traş etti.Ama çok büyük bir fark vardı.Traş tam 30 saniye sürdü.
Kendimi bir tavuk gibi hissettim.Üzerimiz kıl içinde diğer bir kuyruk bizi bekliyordu.Girdik. Oradan elbiselerimizi alıp diğer kuyruğa girdik.Orasıda duş kuyruğuymuş.Toplam duş süren 3 dakika dediler.
Ben girmedim duşa.Zaten acemilik boyunca duş almadım.Sadece el yüz yıkama yerinde güzelce temizlendim.

Neyse...
Dus ardından yemekhaneye girdik.Tabiiki bu süre içinde kimseyi tanımıyorsunuz.Kimse yanlış anlamasın bunun adı vatani görev ve yaşadığınız şaşalı hayat ardından böyle bir ortama girince ne olduğunuzu şaşırıyorsunuz.işte bu nedenle sorun askerlik görevinde değil bizlerde,psikolojilerimizde oluyor.Bunu her Türk genci tadıyor.Olgunlaşma evresi de denebilir.
Yemekhanede hiç yemek yemedim.''Allahım burası neresi,kim bu insanlar,açım,hasretliyim'' diye diye o günün uykusuna dalmak üzere koğuşlarımıza çıktık.Ben bunları anlatırken hiç şüphe yok ki;bir çoğunuz gülecek,ama şu an anlattığım hadise hayatımın en kötü günüydü.Allah huzrunda yemin ederimki ben hiç bukadar kötü bir psikoloji yaşamamıştım. Kendinizi tarifsiz bir yalnızlık içinde buluyorsunuz.
Annenizi özlüyorsunuz,gözleriniz dolu dolu oluyor ama onca erkeğin içinde ağlamamak için dudaklarınızı ısırıyorsunuz.Bu çok ciddi.
Gözlemlediğim kadarıyla birçok kişi böyleydi.Bazı koğuşlardan yüksen tonda hıçkırıklar duydum.Kimilerinin sesleri hala ekolu çınlıyor kulaklarımda. İkinci güne uyandığımda saat 06:30 du.
sevgilimi ve annemi sanırım hiç bu kadar şiddetli özlememiştim.traş olup ,üzerimizi giyinip yemekhanede kahvaltı yemek üzere aşağı indik.Kendime eli ayağı düzgün 3 mükemmel arkadaş buldum.Ersin,Umut ve Kubilay.
Onlar yemekhanede kahvaltılarını yaptılar bense 2.günümün sabahında aç aç gezdim.Alışamamak en büyük problem.
İçtima alanına gelince resmen asker olduğunu anlarsın.Yüksek tonda bir komutan sesi.Jilet gibi kesici.
Çakı gibi olmalısın yoksa laf yersin.Askerde laf yemek ölmek gibidir.Her laf seni ezer.Bu duruma düşmemek için iki kelime edersin bu hem seni kurtarır hem karşındakini rahatlatır.''Emret komutanım''.

İlk gün beklediğimiz 5 ayrı kuyruğun ardından 2.gün ilk eğitime başladık.Beni manga komutanı seçtiler.Boyum uzun diye.
Bu arada ben hala aklımdaki sevgili ve anne hasretiyle kavruluyordum ağustos güneşi ensemdeydi ve o kadar yakıcıydı ki,üzerinizdeki kamuflajdan kimi zaman buhar çıkıyordu.Bu çok ciddi.
Ben hala kimseye telefonla ulaşmamıştım.Bu hissin anlatımı gerçekten yok,yaşamalısın.
Akşama doğru arkadaşımdan telefon kartı ödünç alıp ilkin sevgilimi aradım.''Beni burdan alın ne olur alın'' dedim.
Evet ciddi ciddi sadece bunları dedim.Çıldırmış gibiydim.Çok zavallıydım,arkadaşlarım halime üzülüyorlardı.Bazıları daha önceden yatılı okullarda kalmış kişiler olduğundan yüzüme bakarak hemde o kötü halime rağmen pis pis sırıttılar.Birisini duvara çiviledim ''ben hiç böyle olmadım bana bir daha gülersen seni daima ağlatırım'' dedim.
Neyseki bu olaydan sonra bana kimse gülemedi.Halim çok kötüydü en ufak birşeyde herkesi tersliyordum.
İlk 4 gün ölüm ve yaşam ikileminin tam ucunda geçti.3.günün ortasında ilk yarım ekmek tavuğumu yedim ve kaybettiğim enerjimi topladım.Komutanlarımızı tanıdık.Artık buradayız ve devam etmeliyiz diyordu herkes.
Tabi ilk günler bunlar biraz ağır gelir.Alışırsııııın....

06:30 dan 21:30 a kadar süren bazen 1 saat daha erken biten yoğun eğitim beni gerçek anlamda çok terletti .Kayış Dağı'ndan esen rüzgarla ter kurudu.Hergeçen gün kendimi daha ağır hissettim.Bir süre sonra sanırım kendimi taşıyamayacağım dedim.Ame sabrettim.Ulan herkes 3 ay yapıyor acemiliği ben 18 gün yapacağım daha ne istiyorsun deyip avundum.Ama nafile ha 3 ay ha 3 gün orada bulunduğunuz vakit bir kozalaksınız.Her tarafta çam ağaçları var.
İlk hafta sonumu hiç unutmayacağım.Pazar günü görüşü derler orada. Sevgilimi günler sonra ilk kez canlı canlı gördüm.sanırım o gün onunla pek konuşamadım.Gözlerim dolu doluydu ve konuşursam ağlarım diyordum.Gayet sessiz cevaplar verdim.İnsan eskisi gibi olamıyor bu derin şok sonrası.
İçinizde hep hüzün büyüyor.Mutluluk bazen 20 dakika ıstırahat et cümlesiyle geliyor.
Her boşlukta keşfettiğim boş araziye gidip Allah'a dualar ettim.İstanbul'da kalmak adına.İnanın hiç bu kadar ona yakın olmamıştım.Günün 12 saati Allah'a dualar ettim.bildiğim tüm dualar ve tabiiki affet haykırışları.Bunu yaptıkça rahatladığımı hissediyordum.700 kişi oraya seçilerek alınmıştı.Hepsi mükemmel eğitim seviyesine sahip insanlar.
Sallasan mühendise ve doktora çarpıyordu.Belkide içlerinde en ezik bendim hahaha.
Kurra sonucu heryer olabilirdi.Ya doğu ya batı ya kuzey ya da güney.İşimiz Allah'a kaldı diyorduk.

Hergün sevgilimi ve ailemi arayıp konuştum.ikinci hafta daha iyi gibiydi.daha da güç kazandım.Komutanlar cumartesi gününü de görüş günü ilan edince duacısı oldum onların.Çünkü ailemi ve sevgilimi görebilecektim.Geldiler ve o gün süper geçti.
2.hafta silah ve tüfek atışı için yollara düştük.tatbikatlar yaptık.g3 ve kalaşnikof ve de normal tabancayla atışlar yaparak eğitildik.Bu süre içinde ençok tükettiğim şeyse suydu.hep su içtim.Ağustos güneşi beni ve bizi kuruttukça cebimizdeki parayı suya yatırıp serinlemeye çalıştık.Su hiç bu kadar lezzetli olmamıştı belki de.
Kimileri hastanelik oldu baygınlık geçirdi.Kimileriyse kendini atmaya çalıştı,intiharla çok karşılaştım.Çok üzüldüm.
O kadar okumuş insanın bu denli kötü psikoloji portresi,ne siz sorun ne ben zikredeyim.
Ben 2.gün gecesi firar bile etmeyi düşünmüştüm.Evet evet adrenalinimin fırladığı geceydi o.Ama sevgilimi babasından alabilmek adına bunu yapmamalıydım))))) kulaklarımda Nur Yoldaş'ın Saki isimli şarkısı hep çınladı.
Bu şarkıyı sanırım artık hiç dinleyemeyeceğim.Sizde bulup dinlerseniz beni hatırlarsınız artık. Neyse..

Vakit geldi çattı kurra zamanına....
herkesde bir heyecan bir stress ki sormayın.Bu arada ben de 2 hafta boyunca bir günlük tutup sevgilime verdim.yaşadıklarımı anlattım.
Kurralar için dereceleme yoluna başvurdular.subay sınavı sonucu ben güzel bir sınav notu aldım.Farsça mezunu sadece 2 kişi vardı koca 700 kişide ve sadece 2 şıkkım vardı.Umarım şıklardan biri İstanbu'dur diyordum hep.Hatta komutanlarıma acaba neresi vardır soruları sordum.İstanbul ve Ankara dediler hep.Bayağa ümitlenmiştim.Hep dular ettim.Hem de tarifi yok hep hep hep.
Hatırlarsanız sizlerden de dua etmenizi istemiştim
Benden öncekilerin kurralarını izlerken sanki çok heyecanlı bir filmi izler gibiydim.Arkadaşım Oğuz Ankarayı istiyordu ve evliydi.Onun için dua etmiştim ve onun kurrasının vakti gelince nefesimi tuttum.Ona Ankara çıkınca gözlerimden bir damla sevinç gözyaşı geldi.Sonra Ersin çıktı ve güzel bir yer oldu.Tüm arkadaş bildiklerim Allah'a şükür tam olarak istedikleri olmasa da güzel yerlere düştüler.
Vakit benim kurramı gösteriyordu.İki farsça mezunu sahneye çıktık.Etrafda kameralar,g.kurmaydan konuklar ve tabiiki çok büyük bir heyecan.Derecede ben üstün olduğumdan ilk ben çekecektim kurrayı.Diğer arkadas benden geriye kalan tek seçeneği seçmek zorunda kalacaktı.''Hadi yavrum sağ el kurtar beni'' dedim.
Tekmilimi verdim ve komutanımın emriyle kurra kağıtlarını ''biiiirrrr---ikiiii'' diyerek torbaya attım.Kurra başlasın dendi ve ben yaklaşık 3 saniye sürek bir çalkalama sonrası kurra kağıdımı elime aldım,komutanıma teslim ettim.Nedense içimde hiçbir tereddüt yoktu.Ve Komutan kurra sonucunu açıkladı.Sonuc pozitif.İstanbul.
Direk dışarı koşarak çıkıp sevinç çığlıkları attım.En sevdiğim komutanım Cihan'a sarıldım.arkadaşlarıma sarılıp telefon kulübesinin yolunu tuttum.Müjdemi ilk olarak sevgilime verdim.Benim için sabaha kadar dua ettiğini söyledi.
Biliyorum ki;18 gün boyunca hergün dualar etmişti.Çünkü ben de öyleydim. Annem de aynı şekildeydi.Hiç bu kadar sevinmemiştim.Mutluluktan ağladım hüzünlüyken ağlayamamanın keyfini çıkardım.Belki kimileri benim ağladığımı gördü ama kimse umrumda değildi zaten bunların mutluluk gözyaşları olduğu her halinden belliydi.
Telefon görüşmem bitince tekrar kurra alanına doğru ilerledim devamını seyretmek için.sonra biri beni durdurdu ve dedi ki;'' senden sonraki farsçacı nereyi çekti biliyor musun? hakkari-yüksekova''.Resmen kanım dondu.Çok fazla üzüldüm.Ya bu kurrada Hakkari'yi ben çekseydim ?....
Allah'a olan sonsuz sadakat ve sevgim tarifsiz kat arttı.Ne diyeceğimi hala bilemiyorum.
Teşekkürler esma'ül hüsna. her zaman bu isimle adını anarım.

Kurra gününden kısa bir süre sonra görüş günü oldu.Gün cumartesi ve birde ne göreyim görüşe sevgilimle beraber Aykut Gürel gelmiş.Çok motive oldum.Ertesi günse yani pazar, saat 12 oldu gelen giden yok.sevgilimi aradım gelecek misin derkesn köprüdeyim geliyorum dedi.Bekledim ve birde baktımki kapıdan Cem yılmaz el sallıyor.
O an kendimi anlatamayacağım hislerle dolu hissettim.Çok büyük mutluluklar bunlar.
Tarifi yok hiçbiryerde. Cem Yılmaz'ın yanında hababam sınıfının senaristi Kemal abi ve Öner de gelmişti.O gün herkes Cem ile resimler çektirdi.Herkes son hafta benim sagopa olduğumu öğrendi.İlk başta benimle dalga geçenler Cem i yanımda görenler olayın gerçekliğini anlayıp özür bile dilediler.Tüm komutanlarım beni artık tanıdı.Onlara romantizma albümümü hediye ettim.Aykut Gürel 25 adet yollamıştı jest olarak kışlaya.

Bu arada mufti ve alper i unutmamam gerekir.Kendileri askerliğimin unutulmaz 2 ismi oldu.Mükemmel karakterleri vardı.
Sevdikleri kadınları unutamamışlar ve bana anlatıyorlardı.Gerçekten seven kişiler yani.
Birgün dedimki ''sanırım onları aramanız gerek beyler.içimden gelen ses ara ve mutlu ol diyor'' mufti biraz zorlansa da 1 sene önce ayrıldığı hayatının kadınını aramayı başardı.Sonuş mükemmel ötesi
Randevu perşembeye alındı bile.Alperse çok çekindi ama aradı yine de.Sonuç yine pozitif.
Böylelikle iki ayrı sevgilinin yeniden birleşmesinde de rol oynadım.Mufti eski bir break dance cı.Sevincinden helikopter bile yaptı.Alperden dondurma yedik
Neyse biraz mutluluk tablosu da çizdik sanırım.
Acemilik bitimi kışladan çıkış inanılmaz bir heyecana neden oldu.sevgilim beni almaya geldi.Arabaya askeri giysimle bindim.Ailesel bir toplantı için yola çıktık.İlk 3 gün kendimi sivile alıştıramasam da yine de zorladım. Şu an çok iyi sayılırım ama hala o geride kalan 18 günün burukluğu ile doluyum.Çok zordu,çok yalnızdı,çok hasretliydi.
Bu vakit aralığında müziği bile düşünemedim.Albümüm çıkmış haberim yok.Mutluluk yok.Oysaki şu an havalarda uçan bir adam olmalıyım değil mi?
Belki çok kısa bir süre sonra.
Bu sürede sizler Romantizma ile tanıştınız.Kiminiz beğendi kiminiz tersi.Ama şunu unutmayın ki; her ne olursa olsun bu albüm bir baş yapıt.zamanla daha fazla seveceksiniz.Vazgeçemeyeceksiniz.

Facebook'ta isminin başına TC koyan tipler

Canını yediğimin tipleri. Elinden gelen budur, yapıyor asıl tipler bunları eleştiren tipler.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde elin bölücü ve ayrılıkçısı her türlü sanal ve gerçek hareketin sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik vb. versiyonlarını yaparken bir sikim olmuyor, bunlar hep demokratik, hep müthiş eylemler oluyor da iki vatansever türk evladı çıkıp "t.c."yi bir eylem, bir tepki aracı olarak kullanınca mı komik, şaka, bereli bordolu klavyeli oluyor?

Elin bebek katili kendi propagandasını çatır çatır her şartta yaparken iyi de demokratik ve hümanistik de kendi çapında vatanına milletine destek olmaya çalışan ve bunun için belki de yapabileceği tek şey olan, isminin başına "t.c." ibaresi eklemek hareketini gerçekleştiren türk vatandaşı mı saçma salak, mayoz mitoz, aklınca vatan kurtaran adam oluyor?

Haydi o isminin başına "t.c." ekliyor. sen nerene ne ekliyorsun?

Tabelalardan T.C. ibareleri kalkıyor farkında mısın?
Türk ibareleri siliniyor farkında mısın?
PKK meşru oluyor, şehir meydanlarında adamlar silahları ile kürsüye çıkıyor.
apo denen katil talimat veriyor, mektupları havada uçuşuyor...

Olay vatan kurtarmak değil yeenim farkındalık oluşturabilmektir nitekim başarılı da oldu.

Canınızı yerim